ROF MİMARLIK
0
YÜKLENİYOR...
Tasarım Yaklaşımımız

Günümüzde, insan ile onu sakinleştiren, odaklanmasını sağlayan ve duyularını harekete geçiren doğa arasındaki ilişki bağları giderek zayıflamaktadır. Bütün duyulara seslenen doğa, koklamakla, işitmekle, tatmakla ve görmekle tanınır. Her algılayışta bütün dünya uyarılır ve canlanır ve barındığımız dünya yeni baştan yaratılır. Tüm duyularla algılanan yerde hayat yaşanır. Herhangi bir yerde yerleşip orada yaşamak için ilk önce o yerin ruhuyla anlaşmak gerekir. “Yer”, mekânla ilişki kurmanın ve dünyaya tutunmanın, onda var olmanın yoludur ve yerin, zaman içerisinde biriktirdikleri, onun anlamını ve ruhunu oluşturur. Geçmiş deneyimlerin sonraki ve veya şimdiki bir zamanda hatırlama eylemi gerçekleştiğinde “mekân” belleğe ilişkin önemli bir bilgi deposu haline gelmektedir. İnsan yerin ruhuyla bütünleştiğinde, bir arayış içinde olma durumundan kurtularak kendi dünyasını yaratır. Yerin kimliği, bir anlamda yerin sahip olduğu kimlikten kaynaklanan bir ait olma duygusudur. “Doğa, insan ve kent” kavramları “beden ve ruh” gibi iç içe kavramlardır.

Günümüzün modern şehir insanı, neredeyse her günü birbirini andıran yaşantısı içinde ve kentin diğer sakinleriyle birbirine benzer gelecek öngörüsü içerisindeyken, yaşadığı çevreyi algılamak ve anlamlandırmak için özel bir zaman ayırma durumunda değildir. Sosyal yaşantısı içerisinde ancak uyarıldığı ölçüde çevresinin farkındadır. Fakat belleği olup biteni kayıt altına almaktadır. Çünkü algı sadece gözler sayesinde değil, beden ve tüm duyular aracılığı ile oluşabilmektedir.

Kent kimliğini oluşturan bileşenlerden birisi olan yapılar, aynı zamanda bulundukları dönemin toplumsal, siyasi, kültürel ve ekonomik dönemlerine ışık tutmaları sayesinde bir diğer bileşen olan beşeri bileşenlere de ışık tutarlar. Kentler de geçmişlerinin katkısıyla kimlik sahibidirler. Çünkü kentsel kimlik bir kenti diğerlerinden ayıran, o kente özgü olan farklılıklar bütünüdür. Kentlerin sahip olduğu yapılar geçmişten bugüne o kentte yaşayan toplumun anıları ile daha da anlam kazanır ve toplumsal bellekte yer eder. ROF Mimarlık bu nedenle, yapıların korunarak gelecek nesillere aktarılması ve sürdürülebilir kimliğin sağlanması amacıyla tasarımlarını gerçekleştirmektedir.

Kent oluşumunda etkin rol oynayan diğer aktörler gibi mimarların da farkındalık seviyesinin önemi büyüktür. Günümüz modernist üslubun genel olarak popüler algı ve değerler üzerinden değerlendirilmesi ve sadece görselliğin ön planda tutulması yapıları ve dolayısıyla da kentleri anlamdan uzaklaştırmaktadır. Mimari eserlerin ve kentlerin birey tarafından algılanabilirliği ve anlamlandırılarak imgelenebilirliği ROF Mimarlığın yaklaşım esaslarınan birisidir. Ancak bu şekilde mekân deneyimlenerek ait olunan bir yere dönüşecek ve birey ile kent arasında ilişki kurularak kentler anlamlı ve dolayısıyla kendilerine özgü olabileceklerdir.

Vitruvius, MÖ 25. Yy da yazmış olduğu düşünülen De Architectura adlı kitabında doğanın önemini şu söylemiyle açıklamıştır; “Eğer ülkelerin birbirinden farklı olduğu ve iklime göre değişik sınıflardan oluştuğu, bu yüzden de, buralarda doğan ulusların doğal olarak ruhsal ve bedensel düzenlerinin farklı olduğu doğru ise, konutlarımızın, ulusların ve ırkların özelliklerine uygun olarak yapılmasından kaçınamayız; çünkü uzman yol göstericimiz, hemen elimizin altında olan doğanın kendisidir.”

Doğanın eşsizliğinden ötürü, yeryüzünün her parçası kendi içinde biriciktir. Bu durum o yere ait en önemli özellikler topluluğudur. Kıyıların, ovaların, dağların hiç biri birbirinin aynısı değildir. Hem yeryüzü şekilleri olarak, hem de dünya üzerindeki konumlanışları olarak iklimsel farklılıklar gösterirler ve bu durum da üzerlerindeki bitki örtüsünün farklılığını ortaya koyar. Bulundukları konum, suyun ve toprağın da farklı olması demektir. Tüm bu eşsizlikler matrisi kendi aralarındaki biricik ilişkiler sonucunda o yere aitlik olgusu içinde bir döngüdedirler.

ROF Mimarlığın tasarım yaklaşımındaki bir diğer kriter de tasarlanacak yapı ve doğa ilişkisinin güçlü olmasıdır. Üzerinde yaşadığımız yeryüzü ve doğayı tanımak, dolayısıyla insana özgü olana ulaştıracaktır bizi. Doğanın bir parçası olan insanın çevresi ile kurduğu ilişki de temel kavramlarımızın ipuçlarını sunacaktır. Beden ve ruhtan oluşan insanoğlunun çevresini ve doğayı nasıl algıladığı, bu algılamayı hangi duyularıyla gerçekleştirdiği, üzerinde yaşadığı mekânla nasıl bir ilişki kurduğu, mekânın yere dönüşümü, yerin üzerinde yaşandıkça ve hafızalanmayla yani bellek oluşumuyla içselleştirilmesi sonucu oluşan aidiyet duygusu, ROF Mimarlığın “yer arayışı” yolculuğunun kılavuzları olacaktır.

ROF Mimarlık, bulunduğu doğal ve yapılı çevre ile uyum içinde, kullanıcısına fonksiyonel yaşam alanı sunabilen, estetik olarak beklentileri karşılayan, tasarlandığı dönemin teknolojik durumunu tasarım kriterlerine taşıyan ve gelecek nesillere bulunduğu zaman dilimi hakkında bilgi veren, toplumsal ihtiyaçlara cevap veren, algılanabilir ve bellekte imgelenebilir dolayısıyla yer olmaya aday mekânlar tasarlamayı hedeflemektedir.

Görüntüle
Kapat